Top
30/06/2020

Hiç olmadı ki, çöksün!

Mustafa Kemal’in “yakınlarına” kurdurttuğu “Türkiye Komünist Fırkası”nı sol sayacaksanız, evet, muazzam bir sol birikime ve geçmişe sahibiz.

Hakiki soldan bahsediyorsanız, ondan kalmadı işte.

Biraz yeraltında, biraz da Nazım Hikmet gibi popüler şahsiyetlerin omuzlarında yaşadı.

Bir ara İşçi Partisi civarında görüldü.

Sonra CHP’li bürokratlar tarafından ele geçirildi; (tabirimi mazur görün) ve piç edildi.

Engin Ardıç-Mahmut Övür-Güneri Civaoğlu-tekrar Engin Ardıç’ın yazdıkları önemlidir.

Özetle, solun iktidara gelemeyeceğini (İrfan Uçar’a da göndermeler yaparak), çünkü sol denilen şeyin çöktüğünü söylüyorlar.

İsmi geçen eşhas da “vukufiyetle” tespit etmiş ama biraz kızıştırma yapmakta sakıncası yok:

Sol hiç olmadı ki, çöksün ya da sair güçlerin (söz gelimi Gladionun) denetimine girsin!

Rahmetli Mahir Kaynak, 12 Eylül öncesinin “iç savaş ortamı”nı hazırlayan aktörlerin başında, Batılı müttefiklerimizin geldiğini anlatırdı.

Bu konuda, kitaplarında mebzul miktar detay ve örnek var.

Türkiye’deki sol örgütlerle ilgili de kafamızı karıştıran, daha doğrusu zihnimizi açan değerlendirmelerde bulunurdu.

Rahmetlinin kimliği (MİT’in bir haber elemanı olduğu) 9 Mart cuntası yargılamalarında deşifre edilmişti.

Bu tarihten sonra, “gizli elemanlığı” sona erdi, açık kimliğiyle MİT’te görev almaya başladı... Ölünceye kadar da, “sol”un (!) laneti altında yaşadı.

Mahir Kaynak, 12 Eylül darbesinin şartlarını “olgunlaştıran” sol terör örgütlerinin Sovyetler Birliği’yle ilişkili olduğu kabulüne itiraz eden az sayıdaki istihbarat görevlisinden biriydi.

Kendisiyle yapılan bir söyleşide (Cüneyt Arcayürek’in yaptığı söyleşi olabilir mi?) şöyle diyordu (mealen aktarıyorum): “MİT’teki inanış şuydu: 1970-80 arası Türkiye’de tedhiş ve terör uygulayan sol örgütler, Sovyetler Birliği tarafından desteklenmekte ve finanse edilmektedir. Ben bu kanaatin yanlış olduğunu anlatırdım ama inandıramazdım. ‘Soğuk Savaş’ şartları içinde, Sovyetler Birliği’nin ülkemizde faaliyet göstermesi, hele ‘sol düşünce’ye sahip terör örgütlerini yönlendirmesi düşünülemezdi. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin bunda bir çıkarı yoktu. Türkiye’nin, terör üzerinden de stabilize edilmesi en çok NATO’nun ve Amerika’nın işine yarardı. Bu örgütlerin Belçika bağlantısı araştırılmalıdır. Belçika dediğimizde, doğrudan NATO’dan söz ediyoruz. NATO, hangi kanallarla ‘derin devlet’e nüfuz etmiştir? Öncelikle oraya bakılmalıdır.”

Kendilerini kullandıran, bilerek ya da bilmeyerek NATO’ya hizmet eden “sol örgütler” için de şu değerlendirmeyi yapıyordu Kaynak (yine mealen aktarıyorum): “Türkiye de 1960 darbesi akabinde solun önü açılmış ve 1970’de de Baas tipi bir ihtilalin, bir darbenin arkasına İngiltere geçmişti. Kendilerini İngilizlere kullandıranlar 12 Mart’ın önünü açmıştır. Aynı anda sol ve sağ tedhiş gruplarının sahne aldığı 12 Mart sonrasındaki olaylar da 12 Eylül’ü getirmiştir.”

Bütün bu teknik (istihbari) açıklamalardan benim süzdüğüm gerçek şu:

Sol sanılan tarlayı da NATO-ABD (uzantısındaki Derin Devlet-Gladyo) ittifakı sürmüş.

Daha doğrusu, “sol alan”ı da NATO-ABD ittifakı kurmuş.

Kendilerine “anti-emperyalist” süsü veren örgütlerin ve solcu etiketi altında yaşayan siyasetçilerin 15 Temmuz darbe girişiminde suçüstü yakalanmış ABD’ye verdikleri desteği, sadece basit bir siyasal karşıtlıkla açıklayamayız. 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp