Top
Burak Göral

Burak Göral

bgoral@hotmail.com

14/10/2017

Her şey çok daha güzel olabilirdi!

Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Peyami Safa'nın Server Bedi takma ismiyle yazdığı piyasa romanlarından bir kısmının kahramanı Cingöz Recai'dir. Ünlü Fransız roman karakteri Arsen Lüpen'in Türkiye'deki karşılığı gibi de tanımlanabilir. Recai de Arsen gibi kibar bir hırsızdır. Ama Arsen'den kesinlikle daha Robin Hood'dur. Parasını çalacağı adamlar zenginliklerini kötü yollarla elde etmişler ya da kötülük yapmak için kullanmaktalardır. Cömert, merhametli ve ahlaklı bir hırsızdır. Peşinde de onun için bir baba figürü de sayılabilecek başkomiser Mehmet Rıza vardır hep. Recai çapkındır ve ona aşık olan kadınlar sonunda ya ölürler ya da mutsuz kalırlar.

Bu okuması son derece keyifli kahramanı Yeşilçam iki kere sinemaya uyarladı daha önce. Kibar hırsızı 1954 yapımı Metin Erksan filminde Turhan Seyfioğlu, 1969 yapımı Safa Önal filminde de Ayhan Işık canlandırmıştı. Özellikle Ayhan Işık'ın kariyerinde üzerine en çok yakışan rollerden biriydi Cingöz Recai. Ayhan Işık'ın Recai karakterine eklediği kötü adam gülüşü hâlâ izleyenleri şaşırtan bir efekttir.
Türk sinemasında iyi polisiyenin eksikliğinden bahsedilir yıllardır. Oysa Peyami Safa'nın “Cingöz Recai” kitapları keyifli birer hırsız-polis kovalamacası sunmasının dışında Sherlock Holmes romanlarındaki kadar olmasa da iyi kurulmuş küçük polisiye komplolar da barındırır. Safa'nın lezzetli üslubu, nüktedan diyalogları zenginleştirir hikayeleri en çok.

cingoz_recai_1

2017 model “Cingöz Recai”nin iyi bir proje olabilmesi için bir çok nedeni var. Kaynak konusunda Safa'nın eserleri hazır. Başta “Ezel” olmak üzere günümüz TV sektöründe ilgi çekici senaryolara imza atan Pınar Bulut-Kerem Deren çifti senaryolaştırıyor. Daha yeni Adana'dan ‘En İyi Yönetmen' ödülüyle dönen Onur Ünlü yönetmen koltuğunda oturmuş. Yetenekli, popüler ve ışıltılı isimlerden bir araya getirilmiş bir oyuncu kadrosu toplanmış. Ama maalesef daha en baştan yanlış kurgulanmış bütün her şey.

Sorun en çok senaryoda…

Öncelikli olarak ana kahramanımız Cingöz Recai, filmin altbaşlığında da belirtildiği gibi ‘efsane dönüyor' fikriyle -sanki daha önce birçok macerasıyla izlenmiş bir James Bond karakteri gibi- sunuluyor. Ayrıca James Bond'u biz her filminde çok heyecanlı bir vakanın içinde karşılarız. Oysa biz en başta Recai'nin filmin sonlarına kadar gizemini koruyan, hikayenin esas kadını Göze'yle St. Petersburg'da pek de parlak olmayan tanışma sahnesini izliyoruz. Sonra Recai dört kişilik ekibinin yanına gidip ‘oyun başladı' diyor. Karşılığında adamlarından biri de ona ‘eski günlerdeki gibi' diyor. Bizim izleyici olarak eski günlere dair hiçbir fikrimiz yok oysa! Zaten film ilerledikçe de olmuyor. Sonra Recai ve ekibinin bir soygun sırasında nasıl çalıştığını görüyoruz. Burada film bize, pahalı bir madalyonu alt tarafı içeri polismiş gibi girip, mücevheri alıp çıkmaktan oluşan bir soygun planını çok zeki bir planmış gibi sunuyor. Göze ve bir teknoloji şirketi sahibi olan sevgilisi de oradadır. Zaten Recai ve çetesinin sonraki kurbanı bu zengin adam gibi görünse de değil, ona yanaşmaya çalışan başka bir soygun çetesidir. Recai o çetenin içine sızacak ve büyük bir soygun planı daha uygulamaya konulacaktır. Ama aslında Recai'nin ulaşmak istediği asıl hedef o çete de değil, bütün bunların tepesinde bir konumda olan Hayalet denen gizemli bir adamdır! Bu ‘o değil de bu' hali seyirciyi oradan oraya fırlatıp durmakta ve son perdenin gücünü giderek zayıflatmakta.
Film bize Cingöz Recai'nin dışında hiçbir karakteri tam olarak anlatmıyor, oysa hikayede çok fazla karakter var! Buna rağmen sık sık ağır çekimlerle, hızlı bir kurguyla sürekli tekrarlanan müzikler eşliğinde çok samimi görünemeyen kimi sahnelerle vakit kaybediliyor.

cingoz_recai_2

Ekibin evinde Adile adında tatlı bir abla var mesela (Günay Karacaoğlu), onun için öyle bir sahne yazılmış ki, sanki karakterin devamı var gibi, ama yok! Recai neredeyse hiç sıkışmıyor, her şey hep onun planladığı gibi gelişiyor. Aralarına girmek istediği çeteye inanılmaz bir hızla ve hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde giriveriyor. Bize herbirini çok vahşi ve acayip manyak adamlar olarak tanıttığı bu çete de epey bir fos çıkıyor üstelik. Final düğümü ise seyircinin hiç merak etmediği bir şekilde; bir odada ilk kez o sahnede ortaya çıkmış yabancı birtakım adamlar arasında çözülüyor. Üstelik ortadaki masada da içinde ne olduğu hiç açıklanmayan bir dosya var! (Kimse MacGuffin demesin, yanlış bir savunu olur)
Recai ve Göze arasında “Görevimiz Tehlike 2” ya da “Casino Royale”deki gibi bir kimya yaratılmaya çalışılmış. Aslında iki yıldız oyuncunun (Kenan İmirzalıoğlu ve Meryem Uzerli) kimyaları tutuyor ve bu sahneler en fazla da bu yüzden biraz ayakta durabiliyorlar. Ama geri kalan sahneler yönetmen Onur Ünlü'nün bazı şık numaralarına rağmen işlemiyor. Mesela bir hırsız-polis kovalamacası var, gereksiz ağır çekimlerle sık sık bölünüyor! Dört kişinin birbirine silah tuttuğu bir sahne var, tümüyle karanlıkta çekilmiş! Filmin en heyecanlı olması gereken sahnede herkes koltuklarda oturmakta ve farklı dillerde konuşmakta!
Bütün bu yetenekli insanların ve sağlam bir yapımcının bir araya gelmesi sonucunda karşımıza böyle bir hikaye çıkması gerçekten enteresan!
Sonuç olarak büyük bir potansiyelin bir kez daha heba edildiğine şahit olurken bir gün başka bir filmde bütün bu meziyetlerin en doğru şekilde bir araya geleceğini umut ediyoruz hâlâ.

2 yıldız
Cingöz Recai
Yönetmen: Onur Ünlü
Oyuncular: Kenan İmirzalıoğlu, Meryem Uzerli, Haluk Bilginer
108 dakika, 13+

Haneke usulü aile dramı!

Avusturyalı usta yönetmen Michael Haneke ona haklı bir ün sağlayan sinema kariyerini radikal, seyircinin kolay kolay duygusal bir bağ kuramayacağı, keskin filmlerle oluşturdu. Aslında Haneke filmleri tümüyle duygudan arınmış filmler de değildir diğer yandan. Sadece seyircinin alıştığının tersine, oldukça dolaylı bir şekilde verir istediği duyguyu. “Benny'nin Videosu”, “Ölümcül Oyunlar”, “Piyano Öğretmeni”, “Saklı” gibi filmleriyle keskin durumların içine soktuğu karakterlerini suçluluk duygusu, çaresizlik, kendini ifade edememek gibi sorunlarla cebelleştirmişti. Haneke çağdaş Avrupa insanının, özellikle de burjuva sınıfının ikiyüzlü yaşantısına vurgu yaptı çoğunlukla. Seyircinin izlediklerinden rahatsız oluşu, o filmlerde bir anda kendini gösteren tedirgin ya da ani şiddet içeren sahneler yüzünden değildir sadece, izleyici kendi gizli ikiyüzlülüğüyle de bir anda karşı karşıya kalabileceği ihtimalini de taşır her Haneke filminin karşısında.

Haneke son iki filminde öncekilere göre daha yumuşak bir üsluba doğru kaydırdı kendisini. 2012 yapımı “Aşk” filminin ardından, onun ardılı gibi duran yeni filmi “Mutlu Son”; Haneke'nin keskin filmlerine meftun olmuş sinemaseverler için ‘etkisiz' olmakla ya da sarsmamakla suçlandı bu yüzden de. Oysa Haneke, kendi sinemasından ve her zaman takıntılı olduğu meselelerden yine hiç uzaklaşmadan seyircisini ilgilendiren bir film yapmış.

mutlu-son-1

Laurent ailesi zengin ve başarılı bireylerden oluşmakta. Büyük bir evde Faslı hizmetkarlarıyla refah içinde yaşamaktalar. Ailenin büyükbabası Georges giderek hafızasını kaybettiğinden dolayı ölmeyi dilemektedir sürekli. Hatta bunun için harekete de geçer. Kızı Anne inşaat şirketinin başındadır ve bir İngiliz işadamıyla ilişkisi vardır. Anne'nin iş dünyasına bir türlü adapte olamayan oğlu Pierre, alkolik olma yolunda ilerliyordur hızla. Anne'in erkek kardeşi Thomas başarılı bir cerrahtır. Küçük bir bebeği ve ikinci evliliğini yaptığı genç eşiyle yine aynı evde yaşamaktadır. Bu büyük eve Thomas'ın ilk evliliğinden olan kızı Eve de katılmak zorunda kalır. Çünkü annesi intihar girişiminde bulunmuştur ve bir hastanede yatıyordur.
Bu çerçeveyi bize bir güzel çizen yönetmen sonra yine kamerasıyla dışardan kusursuz gibi görünen bu ailenin yaldızını bir güzel kazıyor. Altından ne güvensizlikler, ne ruhsuzluklar, ne ihanetler ve hayal kırıklıkları çıkıyor…

Belki o eski Haneke filmlerindeki kadar rahatsızlık verici köşeli sahnelere rastlamıyoruz ama yine de kendince hedefini vuran bir film izliyoruz. Üstelik neredeyse bütün Haneke elementleri (şiddet hariç) bu usta kadronun içinde kendilerine yer bulmuşlar. Yönetmenin en aydınlık sahnelerle dolu, komik hiçbir sahnesi olmasa da en muzip filmi de sayılabilir “Mutlu Son”. Düşünsenize sürekli intihar etmeyi düşünen bir büyükbaba, gencecik karısına rağmen farklı cinsel zevkleri olan bir kadınla gizli ilişki yaşayan oğlu, yönettiği şirketi beceriksiz olduğunu anladığı oğluna bırakmaktansa satmayı tercih eden kızı ve bütün bu hengemenin içine düşen 13 yaşında gencecik bir kız torun…

Anne rolünde izlediğimiz Isabelle Huppert'in Haneke ile çalıştığı dördüncü filmi bu. Artık o kadar birbirlerini anlıyor olmalılar ki hiç zorlanmamışlar, belli. Ama filmin bu anlamdaki asıl keşfi Eve'i canlandıran gencecik bir kız, Fantine Harduin. Kendisini ileride daha birçok iyi filmde önemli rollerde görebiliriz. Hatta bence geleceğin Marion Cotillard'ı da olabilir. Yani filmin olumsuz bulunabilecek tek yönünü şöyle ifade edebilmek mümkün olabilir sadece; ‘yeterince Haneke değil'.

3,5 yıldız
Mutlu Son
Happy End
Yönetmen: Michael Haneke
Oyuncular: Isabelle Huppert, Jean-Louis Trintignant, Mathieu Kassovitz
107 dakika, 13+

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp