Top
Ayşe Hür

Ayşe Hür

hurayse@hotmail.com

20/03/2016

Sene 1871: 72 günlük 'muzaffer ve mağlup' Paris Komünü

“Çalışan, düşünen, kavga eden ve kanayan Paris…” (Karl Marx)

Her hafta konu seçerken gündemi ya da kronolojiyi takip ettiğimi bilirsiniz. Bu hafta bundan tam 145 yıl önce Avrupa’da yaşanmış bir tarihsel deneyimi aktaracağım size. Aslında konunun başını ve sonunu 30 Ağustos 2015 tarihli “Bonapartizm, Yeni Osmanlılar ve Paris Komünü” başlıklı yazımda (Okumak için tıklayın) anlatmıştım. Bu hafta o yazıda atladığım bölümü, 72 gün süren Paris Komünü deneyimini anlatmak istiyorum. Paris Komünü ile bugün uğruna ölünen bazı ütopyalarla ve yaşanan bazı hezimetlerle bağlantılar kurmak mümkün. Bu açıdan hem esinlendirici hem de önemli dersler içeren bir deneyim bu. Elbette ilk yazıyı okumanız halinde oturacaktır bir çok şey yerli yerine…

FRANSA-PRUSYA SAVAŞI VE HEZİMETİ

Biraz geriden başlayayım. 19 Temmuz 1870’de Fransa İmparatoru III. Napolyon, Prusya’ya savaş açmış, savaş hiç de Napolyon’un hayal ettiği gibi gelişmemişti. 2 Eylül 1870’te Napolyon’un ordularının Sedan’da yenilmesinden ve esir düşmesinden iki gün sonra, Alman orduları Paris’e doğru yürürken, 4 Eylül 1870 Paris Belediye Binası’nın (Hotel de Ville) önünde Cumhuriyet ilan edildi ve Ulusal Savunma Hükümeti kuruldu. Başına da General Louis Jules Troucheau getirildi. Böylece fiilen Üçüncü Cumhuriyet başlamış oldu. (Resmen, yeni anayasanın kabul edileceği 1873 yılında başlayacaktı.)

(Prusyalı askerler Paris kapılarında, 1 Mart 1871)

Paris’in muzaffer Prusya orduları tarafından ablukaya alındığı günlerde Paris tahmin edileceği gibi çok gergindi. Paris’in çeperlerindeki farbikalar başka yerlere taşındığı için binlerce işçi işsiz kalmıştı. Esnaf ve zanaatkarların en kıdemlileri orduya alınmıştı. Çoğu günde bir Frank karşılığı yarım günlük askerlik görevi ile yükümlüydüler. Bu miktar çok azdı elbette. Açlık emekçi mahallelerinde kol geziyordu. Sadece emekleriyle geçinenler değil, Paris’in burjuvaları bile sıkıntıdaydı. Çünkü kuşatma yüzünden alışık oldukları lüks malları bırakın, hayatlarını idame ettirmeleri için gerekli mallara bile zor ulaşıyorlardı. Yine de halk ve ordu elele Paris’i düşmana teslim etmemek için canlarını dişlerine takmışlardı. Almanlarla ateşkes imzalanmasından sonra Cumhuriyetçi Paris’e değil monarşist Versailles’e (Saray’a) dönüldü. Bu Parislilerin öfkesini daha da arttırdı.

ANARŞİST BLANQUİ’NİN ÇILGIN PLANI

Bu öfkeli insanları örgütleyenlerin başında Auguste Blanqui vardı. 1830’lardan beri sosyalist hareketlerin içinde olan ve silahlı silahsız her türlü eylemde yer alan Blanqui, daha Üçüncü Cumhuriyet’in ilan edildiği 4 Eylül 1870’te Paris’te bir ‘komün’ kurmaya karar vermiş, bu fikrini Londra’da yaşayan Karl Marx’a açmıştı. O sıralarda Birinci Enternasyonal’de aktif olarak çalışan Marx’ın uzun vadeli stratejisi bütün ülkelerde işçi sınıfını sosyalist bir devrime hazırlanmak için cesaretlendirmekti. Enternasyonal’de önemli bir kanadı temsil eden Mihail Bakunin gibi anarşistlerin işçi sınıfını acilen ayaklanmaya çağırmasını onaylamıyordu. Bu yüzden de Blanqui’nin önerisine karşı çıkmıştı. Marx’ın Enternasyonal adına kaleme aldığı bildiride Parisli çalışan sınıflara tavsiyesi şuydu: “Düşman Paris’in kapılarındayken, mevcut krizden yararlanarak Ulusal Savunma Hükümeti’ni devirmek çılgınlık olur. Fransız işçileri 1792’nin ulusal hatıralarının akıllarını başlarından almalarına karşı koymalılar. Geçmişi özlemek yerine geleceği inşa etmeye odaklanmalılar. Bırakalım onlar sakin ve sebatkar biçimde kendi sınıf örgütlenmeleri için cumhuriyetçi özgürlüklerini geliştirsinler.”

Ama Blanqui ve arkadaşları Marx’ın düşündüğünden de çılgındı. Nitekim Versailles hükümetine bir kaç kez gövde gösterdiler. Bu teşebbüslerden ikincisinde Blanqui tutuklandı. İçte gerilim tırmanırken, 28 Şubat 1871 günü Alman orduları, Paris’in bir bölümünü işgal etti. Görünüşte halktan büyük tepki gelmemişti çünkü işgal sayesinde abluka sona ermiş bazı acil ihtiyaç maddelerine ulaşmak mümkün olmaya başlamıştı. 10 Mart’ta, sosyalistler halkı, başarısızlığı kanıtlanmış bir ekibin yönettiği orduya katılıp katılmama konusunda oylama yapmaya çağırdı. Bu çağrı Versailles’ı iyice endişelendirdi çünkü, Alman orduları Paris’i işgal etmeden önce, şehri koruyan 400 kadar top, büyük bir bölümü Parislilerden oluşan Ulusal Muhafızlar tarafından Montmartre tepesine çıkarılmıştı. Versailles, bu topların ilerde kendisine döneceğinden endişe ediyordu. İşte bu endişenin yönlendirdiği hamle tarihte yeni bir sayfanın açılmasıyla sonuçlanacaktı.

PARİS HALKI YÖNETİME EL KOYUYOR

Saray’ın adamı Başbakan Thiers, 18 Mart 1871 günü generallerine topları ele geçirme emri verdi. General Lecomte komutasındaki birlikler Montmartre’ı ele geçirdiler. Ancak topları çekecek atları bulmaları saatler almıştı. Halk bu beceriksizliği görünce cesaretlendi ve karşı saldırıya geçti. Lecomte, askerlerine direnişçilere ateş açma emri verdi, ancak askerlerin bir bölümü buna uymayarak Generali atından indirdiler, tartakladılar, ardından Ulusal Muhafızlara katıldılar. Bu durum direnişçileri iyice coşturdu. General Lecomte ve yardımcısı General Thomas (ki 1848’de Paris’teki işçi ayaklanmasını gaddarca bastırmasıyla anımsanıyordu) öldürüldü ve halk yönetime el koydu. Paris’te artık Fransa’nın üç renkli bayrağı değil, isyancıların kızıl bayrağı dalgalanıyordu. Halk topluca, I. Napolyon ve III. Napolyon tarafından “içeriği sakıncalı olduğu için” yasaklanan Marseillaise’i söylüyordu. Thiers’in buna cevabı hapishanelerdeki binlerce mahkumun öldürülmesi oldu. (Neyse ki bu fasılda Blanqui öldürülmedi.) Ardından Paris’teki asker, polis ve memurlar Versailles’a çekildi. Geride sadece Fransız Merkez Bankası’nı koruyan küçük bir birlik bırakılmıştı. Paris artık Parislilerindi. Tarihte ilk kez bir halk kendi kendini yönetmeye başlamıştı. Tarihte ilk kez ortalıkta ‘sosyalizm’, ‘komünizm’ gibi terimler uçuşuyordu. Bu tarihten 28 Mayıs 1871’e kadar geçen 72 gün, tarihe ‘Paris Komünü’ olarak geçti.

(Parisliler 18 Mart 1871 günü şehrin yönetimine el koydular ve barikatları kurdular.)

 

KOMÜNCÜLER YÖNETİCİLERİNİ SEÇİYOR

Komüncüler 26 Mart’ta olabildiğince demokratik yöntemlerle yöneticilerini seçtiler. 92 kişinin 44’ü Yeni Jakoben ve Blanquist, 18’i Proudhoncu (anarşist), 21’i ılımlı ve radikal Cumhuriyetçi, geri kalan 9 kişi ise ya iki kez seçilenler ya boş kalan koltuklardı. (Örneğin Blanqui hapisteydi, İtalyalı cumhuriyetçileri temsilen seçilen Gusieppe Garibaldi İtalya’da idi.) 1848 devrimlerinin çocuğu olan Proudhoncular aktif sendikacılardı ve işçilerin sorunlarını çok iyi biliyorlardı ancak onlara göre de siyasal katılım sendikal örgütlenmeden daha önemsizdi. Yeni Jakobenler adlarından da anlaşılacağı gibi 1789 İhtilali’nin 1792’deki radikal merhalesinin siyasalarına özlem duyuyorlardı ama bir gruptan çok tek tek şahsiyetlerdi ve konseyin çalışmalarını ciddi biçimde engelliyorlardı. Blanqui’ye aşırı bağlı olan Blanquistler ise devrimin bir grup enerjik adamın ikidarı ele geçirmesiyle başlayacağını, bu diktatörlüğün iktidarın kitleler tarafından devralınmasına kadar süreceğini düşünüyorlardı. Dolayısıyla ‘demokratik seçimler’ gibi konulara pek sempati duymuyorlardı. Cumhuriyetçiler ise monarşi kadar olmasa bile sosyalist fikirlere uzaktılar.

Paris’teki gelişmeler duyulduğunda, Lyon, Marsilya, Toulouse, Bordeau, Saint-Etienne, Grenoble, Narbonne, Limoges ve Creusot’ta küçük isyanlar olmuştu. Ancak bütün bu komünler kısa sürede bastırılmıştı. Parisliler tek başlarınaydılar yani…

KOMÜN’ÜN GÜZEL İŞLERİ

2 Nisan’dan itibaren Versailles birliklerinin sürekli bombardımanı altında çalışmaya başlayan Komün idaresi ilk olarak sıkıyönetimi, askeri mahkemeleri ve sansürü kaldırdı. Tüm siyasi tutukluları salıverdi, ardından genel af ilan etti. Giyotinle ölüm cezası kaldırıldı. Mecburi askerliğin yerine Parislilerden oluşan Ulusal Muhafızlar geçti. Kuşatma sırasında aşırı yükselen kiralar düşürüldü, boş evlere evsizler yerleştirildi. Savaş dolayısıyla ordu ihtiyaçları için el konan alet-edavat iade edildi, para karşılığı eşyaların bırakıldığı rehin dükkanları kapatıldı ve buralardaki eşyalar yoksullara dağıtıldı. Fırınlarda ve demiryollarında gece mesaisi kaldırıldı. Okullardan din dersleri kaldırıldı, kiliseye ait değerli eşyalara halk adına el kondu, dini vakıfları kaldırıldı yerine dayanışma sandıkları oluşturuldu.

Bir de yapılmasına karar verilen ancak uygulama fırsatı bulamayan şeyler vardı: Borçların ödenmesi ertelenecek ve faiz kaldırılacaktı. Yönetimde yer alacak olanlar işçi maaşlarıyla aynı ücreti alacaklardı. Sahipleri tarafından terkedilmiş fabrika ve atölyeler işçilere devredilecekti. Eylemler sırasında öldürülen Ulusal Muhafızların eşlerine ve varsa çocuklarına aylık bağlanacaktı.

COURBET ÖNCÜLÜĞÜNDEKİ SANATÇILAR

Komün, dokuz komisyon halinde çalışıyordu. Bunlar savaş, finans, adalet, iaşe, dış ilişkiler, kamu hizmetleri, gizli polis, eğitim ve çalışma komisyonlarıydı. Komün’ün müzeleri korumakla görevlendirdiği kişi ressam Gustave Courbet idi. ‘Bizde daha çok Osmanlı döneminin ünlü sanatsever diplomatı (ve züppesi) Halil Şerif Paşa’nın 1866 yılındaki siparişi üzerine yarattığı erotik ‘Dünyanın Kökeni’ adlı tablosu ile tanınan Courbet, Paris sanatçılarını örgütledi. 600 oyuncu, müzisyen, dansçı 9 Mayıs’ta Palais des Tuilleries’deki büyük konser ve diğer üç konserle büyük sükse yaptılar. Etkinliklerin gelirini Komüncülere bağışladılar. 

KIZIL VALKÜRELER

Komünde Nathalie Lemel, Andre Leo, Paule Mink (veya Minck), Louise Michel (Jean d’Arc gibi giyinirdi ve ‘Kızıl Bakire’ diye anılırdı) ve Elisabeth Dmitrieff (İsviçre’den gelmişti ama Rusya kökenli bir Marxistti ve ‘Rus Bayan’ diye çağrılıyordu) gibi kadınların öncülüğündeki kadınlar, hastalara yardım ettiler, kocalarını ve çocuklarını cesaretlendirdiler, onlara yemek hazırladılar, söküklerini diktiler. Ancak şunu söylemeliyiz ki alt kademelerde kadınların seçme ve seçilme hakları yoktu, dolayısıyla mahalle komitelerinde kadın üye yoktu.

Kuşatma yüzünden Paris’le doğrudan iletişim kuramayan uluslararası sosyalist camia ise kulaktan dolma bilgilerle olayı anlamaya çalışıyordu. Başta Blanqui’nin fikrini “çılgınca” bulan Marx “çalışan, düşünen, kavga eden ve kanayan Paris” demişti sonunda. Ancak İngiliz sendikacılar Komün’ü fazla radikal bulmuşlardı. Öyle ki  Engels’in yaşlı annesi bile “Paris’in kızıl gangsterlerin eline geçtiğine” inanıyordu. İtalyan ve İsviçreli soyalistler ise belki de coğrafi yakınlıktan dolayı Komüncülere sempatilerini dile getirmişlerdi. Almanya’nın Hannover şehrinde 3 bin kişinin katıldığı bir miting düzenlenmişti.

 

MERKEZLE MAHALLELERİN KOPUŞU

Ancak komüncülerin işi kolay değildi. Sanayileşmenin çapı ve düzeyi düşük olduğu için Fransa’da Marx’ın tarif ettiği türden bir proleterya sınıfı zaten yoktu. Mevcut fabrikalar ve atölyeler ise savaş ve ardından gelen kuşatma nedeniyle ya başka yerlere taşınmışlardı ya da faaliyetlerine ara vermişlerdi. Bu yüzden bir zamanlar işçi olanların çoğu şimdi işsizdi, bu da disiplinsizliği teşvik ediyordu. Milliyetçi bir tonlama tutturan yüksek burjuvazi ve bu kesimlerle küçük burjuvazi arasında ilişkiyi sağlayan orta yüksek kesimler de kısa sürede şehri terkedince, Komün’ü yönetmek küçük burjuvaziye ve onların etrafında kümelenmiş ‘ayaktakımı’na kaldı. Küçük burjuvazi doğal olarak kendi mahallelerinin dışındaki dünya hakkında çok az fikre sahipti. Büyük organizasyonlarda yer alma tecrübeleri yoktu, dolayısıyla böylesi devasa bir olayı organize edemediler. Buna karşılık beklentileri çok yüksekti. Fikir vermek gerekirse, 7 Nisan’da Komüncülerin aynen kralcılar gibi şerit, kurdela, unvan, rütbe işaretlerine olan ilgisini eleştiren bir bildiri yayımlamak gerekmişti. Komün görevlilerinin işçilerle eşit maaş alması kuralı uygulanmak bir yana, en az 3-4 kat daha fazla maaş almışlardı. Aradaki bu büyük makası kapatacak politik liderlik yoktu.

VENDOME SÜTUNU’NUN YIKILMASI

16 Nisan’daki seçimde biraz daha demokratik bir yapı ortaya çıktı ama politik ayrılıklar daha da keskinleşti. Taraflar siyasi tartışmaların Versailles güçlerinin adım adım ilerlediği günlerde davayı nasıl sekteye uğrattığını göremiyordu. 16 Mayıs’ta Komüncüler Napolyon Bonapart’ın acımasız gücünü, militarizmini, uluslararası hukuka karşı çıkışını ve fatihin fethedilenlere yönelik sürekli saldırısını simgeleyen Vendôme Sütunu’nu yıktılar. Napolyon’un 1805-1807 arasındaki seferlerini sembolize eden 44 metre yüksekliğindeki kabartmalarla ve tepesinde heykelle süslü sütun 1810 yılında dikilmişti. Sütunun bronzları, Napolyon’un Rusları ve Avusturyalıları yendiği Austerlitz Savaşı’nda ele geçirdiği 1.200 topun eritilmesiyle elde edilmişti. Komüncülere göre bu eylem “yanlış tarihin düzeltilmesiydi”. Versailles Sarayı’nda toplanan rejim yanlılarına göre ise barbarlıktı. Sütunun yıkımı Saray’ın işleri daha sıkı tutmasına neden oldu mu bilinmez ama bu tarihten sonra işler Komüncülerin aleyhine gelişmeye başladı.

(Komüncüler Vendôme Sütunu’nu yıktıktan sonra)

 

FRANSIZ-ALMAN İŞBİRLİĞİ

Önce sadece küçük bir birlik tarafından korunduğu halde Komüncülerin el koymayı bir türlü başaramadığı Fransız Merkez Bankası’ndaki paralar Verailles’e kaçırıldı. Bu Versailles’ın silahlanmasını kolaylaştırdı.

Başbakan Thiers bu arada Almanlarla esir pazarlığı yapıyordu. Almanya’nın ilk Şansölyesi (Başbakan) olan Otto von Bismarck ileriki yıllarda, Thiers’in barış görüşmelerinin yapıldığı Frankfurt şehrinde, kendisine “Komün’e müdahale edip etmeyeceğini” sorduğunu söyleyecekti. Komüncü fikirlere hiç de sempati duymayan Bismark, salınan esirlerin Komüncülere karşı kullanılacağını anlayınca esirleri serbest bırakmaya karar verdi. Çünkü o da komün fikrine düşman olanlardandı. Gerçekten de salıverilen 130 bin Fransız askeri, Komüncülere karşı konuşlandırıldı. 20-28 Mayıs haftası Versailles ordularıyla Ulusal Muhafızlar arasında göğüs göğüse çarpışmalarla geçti. Komün’ün olumlu yanı olan bağımsız mahalle örgütlenmeleri dezavantaja döndü. Şehrin bütününü savunmak yerine her mahalle umutsuzca kendisi için savaşıyordu. 1830 ve 1848 ayaklanmaları sırasında Paris’in dar sokaklarının askeri müdahaleye engel olduğunu farkeden Baron Hausmann’ın açtırdığı geniş bulvarlarda Saray’ın askerleri ve topçuları hüküm sürüyordu…

KOMÜN’ÜN EZİLMESİ

Fransız Napolyon La Cécilia veya Poloyalı Dombrowski ve Wroblewski gibi generallerin liderlik ettiği Komüncülerin, düzenli ordu ve savaş tecrübesi olan Versailles ordusu karşısında hiç şansı yoktu elbette. Versailles birlikleri kimi kaynağa göre 20 bin, kimi kaynağa göre 30 bine yakın Komüncüyü kadın-erkek demeden öldürdü. Komün’ün önderlerinin bir bölümü Alman hatlarının arkasına geçerek canlarını kurtardılar ama bazı önderleri Père Lachaise Mezarlığı’nın duvarının önünde kurşuna dizildiler. Binlerce Komüncü yargılanmak üzere Versailles’a gönderildi. Suçlamaların önemli bir kısmı ‘ateistlik’ başlığı altında toplanmıştı çünkü son haftadaki çarpışmalar sırasında bir grup papaz Komüncüler tarafından öldürülmüştü. Suçlananların bir kısmı idam edilirken, bir çoğu ağır hapis ve çalışma cezalarına çarptırıldı. Bir bölümü Pasifikteki Fransız sömürgesi Yeni Kaledonya Adası’na gönderildi. Amaç hem cezayı şiddetlendirmek hem de sürgünler yoluyla adanın yerlisi Kanakları ‘medenileştirmek’ idi.

COURBET’YE ÖZEL CEZA

Özel bir cezalandırma örneği olarak, Komün’ün sanat komitesi başkanı Gustave Courbet, 7 Haziran’da tutuklandı. Suçlama Vendôme Sütunu’nun yıkılmasına öncülük etmekti. Halbuki, Courbet yıkımı önlemeye çalışmıştı. Nitekim onun sayesinde Louvre Müzesi’ne hiçbir zarar gelmemişti. Tutuklama ve yargılama sürecini şöyle anlatmıştı bir mektubunda: “Beni soyup sog?ana çevirdiler, mahvettiler, alçalttılar, küfür ve adilikler arasında Paris ve Versailles sokaklarında sürüklediler, insanda akıl ve güç bırakmayan hücrelerde çürüdüm. Sag?lıg?a elveris¸siz yerlerde adi suçlularla birlikte, toprak zemin üzerinde uyudum. Bir cezaevinden ötekine sürüklendim. Can çekis¸enlerin yanında, hastanelerde, cezaevi arabalarında, insan gövdesinin sıg?amayacag?ı daracık çukurlarda, bog?azıma tüfek ya da tabanca dayalı bir durumda dört ay yas¸adım. Ne yazık ki yalnız deg?ilim. Sag? ve ölü iki yüz bin kis¸iyiz. Hanımefendiler, halk kadınları, her yas¸tan çocuklar, süt bebekleri... Anasız, babasız Paris sokaklarında dolas¸ıp duran, her gün binlercesi hapse atılan çocukları saymıyorum. Dünya var olalı beri böyle s¸ey görülmemis¸tir. Hiç bir ülkede, hiç bir tarihte, hiç bir çag?da buna benzer bir kıyım, buna benzer bir öç alma asla görülmemis¸tir.”

Courbet 6 ay hapis, 500 Frank para cezasıyla ‘ucuz’ kurtulmuştu ancak 1873’te yeni seçilen Başbakan Mac-Mahon, Vendôme Sütunu’nun yeniden inşaası için gereken masrafları da Courbet’ye yüklemek isteyince yeniden yargılandı ve yeniden cezalandırıldı. Bu seferki para cezası tam 323.091 Frank’tı. Parayı 33 yılda 10 biner Franklık taksitlerle ödemesine izin verilmişti sadece. Elbette Courbet’nin bu cezayı ödemesi mümkün değildi. Bunun üzerine mallarına ve resimlerine el kondu. Courbet çareyi İsviçre’ye sığınmakta buldu. 1880’de çıkarılan genel af bile Courbet’in geri dönüşüne yetmedi. Aynı şekilde Yeni Kaledonya’ya sürülenlerin de bir bölümü geri dönemedi, ya da dönmek istemedi. Dönenler ise Paris’teki yeni yaşama bir türlü alışamadılar. Komün’ün liderlerinden çok azı siyasetle ilgilenmeye devam ettiler.

(Öldürülen Komüncülerin cenazeleri ‘ibret-i alem’ için bir süre teşhir edilmişti.)

 

MARX’IN ÇIKARDIĞI DERSLER

Marx, Nisan 1871’de Birinci Enternasyonal’deki yol arkadaşlarına gönderdiği mektupta şöyle demişti: “Tarih bu büyüklükte bir örneğe sahip olmadı. Paris’teki mücadele ile birlikte işçi sınıfının kapitalist sınıfa karşı verdiği mücadele ve onun devleti artık yeni bir aşamaya girdi.”

Mayıs 1871’de, Paris Komünü deneyiminin güçlü ve zayıf yanlarını bir kez daha değerlendirdi. (Ancak The Civil War in France adlı bu beyanname 1934 yılına kadar basılmadı.) 1872’de Komünist Manifesto’nun yeni baskısına (ilk baskı 1848’de yapılmıştı) yazdıkları önsözde Marx ve Engels  “Komün ile birlikte kanıtlanmış olan en önemli gerçek, işçi sınıfının basit anlamıyla geçmişten hazır olarak aldığı devlet makinesini ele geçirmek ve kendi amaçları için kullanmakla yetinemeyeceğidir,” dedi. 1881 yılında Marx, Komün’ün sosyalist ve demokratik nitelikli bir oluşum olduğu yolundaki değerlendirmelerinin yanlış olduğunu kabul etti. Komün’ün dersleri Marx’ın devlet ve devrim teorilerini geliştirmesinde etkili oldu. Ancak Paris Komünü deneyimi, ezilen sınıflar, geniş halk kitleleri arasında yeterince bilinmedi, konuşulmadı. Hele Türkiye’de sol çevreler dışında hiç ilgi çekmedi.

Yazıyı, Komüncü şair Jean- Baptiste Clement’in 1866 yılında yazdığı ancak, beş yıl sonra,  Komün’ün kahraman kadınlarından (yenilgiden sonra Yeni Kaledonya sürgünü ve 1905’teki ölümüne kadar gezgin anarşist eylemci) biri olacak hemşire Louise Michel’e adadığı Kiraz Zamanı (Le temps Des Cerises) adlı şiiriyle bitirelim ki, içinde yaşadığımız bu karanlık günlerin geçeceğine, baharın geleceğine dair ümitlerimiz tazelensin ve üzerimize sıçrayan kırmızı damlaların, kan değil kirazın özsuyu olduğunu hayal edebilelim…

KİRAZ ZAMANI

Kiraz zamanı şarkısını söylediğimizde

Neşeli bülbül ve alaycı karatavuk da

Olacak şölende

Güzeller

Güneşin aşıkları

Çılgına dönecek

Kiraz zamanı şarkısını söylediğimizde

Alaycı karatavuk daha güzel çalacak ıslığını

Ama kısadır kiraz zamanı

Sevgilimizle düşler kurarak toplamaya gittiğimiz

Salkım küpeli

Aynı giysili aşk kirazları

Yaprakların üstüne bir kan damlası gibi düşer

Ama kısadır kiraz zamanı

Düşler kurarak topladığımız mercan küpeler

Kiraz zamanındaysanız eğer

Ve korkuyorsanız kederli aşklardan

Sakının güzellerden

Dayanılmaz acılardan korkmayan ben

Yaşayamayacağım bir gün acı çekmeden

Kiraz zamanındaysanız eğer

Acılı aşklarınız da olacak

Seveceğim daima kiraz zamanını

Kalbimde açık bir yara gibi taşıdığım o zamanı

Ve talih, bana sunduklarıyla

Asla dindiremeyecek acımı

Seveceğim daima kiraz zamanlarını

Ve kalbimde sakladığım anısını…

(Fransızca’dan çeviren: Güven Güner, 1992.)

 

Yararlanılan Kaynaklar: Wolfgang Abendroth, A Short History of the European Working Class, Londra, 1972; Eric J. Hobsbawm, Devrim Çağı, Çeviren: Bahadır Sina Şener, Dost Kitapevi, Ankara 2000; F.W.J. Hemmings, Culture and Society in France 1848-1898: Dissidents and Philistines, New York, 1971; The New Cambridge Modern History The Zenith of European Power 1830-1870, Vol.10, Cambridge University Press, 1960; Samuel Bernstein, “The Paris Commune”, Science & Society, Vol. 5, No. 2 (Spring, 1941), s. 117-147; Stephen J. Lee, Avrupa Tarihinden Kesitler (1789-1980), Çeviren: Savaş Aktur, Dost Kitapevi, Ankara 2002; Charles Tilly, Avrupa’da Devrimler (1492-1992), Çeviren: Özden Arıkan, Literatür Yayınevi, İstanbul 2005; Hetje Cantz, Gustave Courbet, The Metropolitan Museum of Art, New York 2008.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp