Top
Sedat Ergin

Sedat Ergin

sergin1@hurriyet.com.tr

19/10/2018

Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki gerilimin arka planı

Erdoğan, Batı dünyasının darbeye arka çıkmasına kızdığı kadar, İslam ülkelerine, özellikle de Suudi Arabistan’a tepkiliydi. Açıklamalarında bu hissiyatını sert ifadelerle kayda geçiriyordu.

Örneğin, Mursi’ye iktidarda iken yalnızca Türkiye ve Katar’ın destek verdiğini anlatıyor, “Mursi ne Batılı ülkeler, ne İslam ne de Körfez ülkelerinden destek görmedi. Bu ikiyüzlülük niye, nereye kadar? Onlara 16 milyar dolar desteği verenler darbe yönetiminin ortaklarıdır” diye konuşuyordu.

Erdoğan’ın ikiyüzlülükmesajının gittiği adreslerin başında kuşkusuz Suudi Arabistan geliyordu.

*

Darbecilerin Kahire’de 14 Ağustos 2013 tarihinde gerçekleştirdikleri, bin dolayında göstericinin ölümüne yol açan katliamdan sonra, dönemin Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz el-Suud’un 16 Ağustos’ta “Mısır’ı teröre karşı destekliyoruz” şeklindeki destek açıklaması üzerine Erdoğan çileden çıkmıştı: “Oradaki şehitleri terörist ilan edenler var. Bu devlet terörünü alkışlayanlar onlarla aynı izi süreceklerdir.” (17 Ağustos)

Kral Abdullah’ın aynı konuşmasında “Mısır’ın içişlerine karışarak fitneyi ateşlemeye çalışanlar karşısında Mısır’la birlikte duruyoruz” şeklindeki sözlerine de yanıt ertesi günü Erdoğan’dan gelecekti: “Türkiye’nin Mısır’la ilgileniyor olmasından rahatsız olanlar var.”

*

Bu çıkışlarla Suudi kraliyet ailesinin dokunulmazlığı, eleştirilemezliği Ankara cephesinde sona ermişti. Türkiye ile Suudi Arabistan arasında açığa çıkan bu gerilim, Ankara ile Riyad’ın aslında bölgede çatışma halinde olan iki cephenin başını çekmelerinden kaynaklanıyordu. Çatışmanın temelinde, Mursi’nin içinden çıktığı ve AK Parti’nin de sıcak baktığı ‘Müslüman Kardeşler’ örgütü yatıyordu.

Türkiye’nin Mursi ile girdiği ittifak üzerinden bölgede yaratmaya çalıştığı ağırlığa, Müslüman Kardeşler’i kendisine en büyük tehditlerden biri olarak gören Suudi Arabistan darbecileri destekleyerek karşı hamleyle yanıt veriyordu.

*

2013 yazında yaşanan bu krizin ilişkilerde yol açtığı sarsıntı özellikle Kral Abdullah’ın halefi Selman bin Abdülaziz el-Suud’un 2015’te tahta çıkmasından sonra belli ölçülerde kontrol altına alınmışsa da, iki taraf arasındaki güvensizlik devam etmiş, ilişkiler zaman zaman gerginliklere sahne olmustur.

Yakın ekibinin İstanbul’a gelerek gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı Suudi Başkonsolosluğu’nda katlettiği artık önemli ölçüde kesinleşmiş olan Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’ın Türkiye karşısındaki sicili de bu çerçevede hatırlatılabilir.

Prens Selman, geçen mart ayında Kahire’ye yaptığı ziyaret sırasında bir araya geldiği bir grup gazeteciye açıklamaları sırasında Türkiye, İran ve Katar üçlüsünü, Suudi Arabistan ve Mısır’ın düşmanları olan bir şer üçgeniolarak nitelendirmişti.

Mısır basınında Bin Selman’a atfen geniş bir şekilde yayımlanan bu sözlerin ardından Suudi Arabistan’ın Ankara’daki büyükelçiliğinin ‘medya sözcüsü’ yaptığı yazılı bir açıklamayla, Prens’in şer güçlerifadesiyle Müslüman Kardeşler ve radikal grupları kastettiğini, Türkiye’den söz etmediğini ileri sürmüştü.

*

Ankara ile Riyad’ın kafa kafaya geldikleri asıl kritik gelişme, Suudi Arabistan’ın geçen yıl Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile birlikte Katar’ı abluka altına almasıydı. Ablukayla birlikte, Katar’a iletilen muhtıradaki taleplerden biri, Türkiye’nin bu ülkedeki askeri üssünün kapatılması, askeri işbirliğinin sona erdirilmesiydi. Türkiye, kuşatma altına alınan Katar’a kuvvetli bir destek çıktı, buradaki askeri gücünü takviye ederek Suudi Arabistan’ın hamlesine açıkça meydan okudu.

Bugün bölgedeki en önemli çatışma eksenlerinden birini Suudi Arabistan ile İran arasındaki kıyasıya nüfuz mücadelesi oluşturuyor. Bölgedeki güç dengesinde bir cephede Suudi Arabistan, ABD, Mısır ve İsrail’in yer aldığı kümeleşmeye karşılık, Türkiye -özellikle de Suriye’de ortaya çıktığı üzere- daha çok İran ve Rusya ile kader birliği içinde görünüyor.

Cemal Kaşıkçı’nın imha edilmek üzere tuzağa düşürüldüğü yer olarak neden Türkiye’nin seçildiği sorusunu değerlendirirken, Ankara - Riyad ilişkilerinin yakın geçmişini ve bu jeopolitik arka planını da hatırda tutmakta yarar var.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp